Home Haberler Cüneyt Ahmet’ten Sektör ve Siyaset İle İlgili Değerlendirmeler

“TCMB’nin Asıl Amacı Fiyat İstikrarıdır”

“Diğer sektörlerde olduğu gibi, ülkemizde çok yaygın olmayan AR-GE çalışmalarına ağırlık verilmesi, yetişmiş insan kaynağının yoğrulması ve kazanılması ile plastik sektörünün gelişimi ve yatırımlarının yönlendirilmesi ile hepimizi daha mutlu günler beklemektedir.”

Son dönemdeki siyasi çalkantılar ile ilgili düşünceleriniz nedir?

Siyasal istikrarın ekonomik istikrar için önemli olduğunu düşünen bir algı yönetiminin olduğu bugünler ortamında nelerin ne kadar kırılgan yapılara sahip olacağını önümüzdeki günlerde yaşayıp öğreneceğiz. Seçim sonrası ekonominin yabancı para birimlerine kıyasla değerlenmesi ve koalisyon çabalarının sonuç vermemesi, reel yapılarda, beklenti ve durağanlığa yol açmıştır. Yapılan anket sonuçlarının seçim sonrasında Türkiye ekonomisine yönelik genel beklentinin olumsuza kaydığını işaret ettiğini göstermekte olup, uzun bir aradan sonra yeniden koalisyon hükümetinin doğacağını bu nedenle toplumun uyum içerisinde çalışıyor olabilmesi için ağırlıklı olarak sağ ittifakı önerdiğini gözlemlemekteyiz. Yüksek borçluluk ve son dönem gelişen yoğun tüketim alışkanlıklarının uyumlu bir koalisyon beklentisini de arttırmaktadır.

Şu anki siyasi durumun sektörümüze olan etkilerinden bahseder misiniz?

2015 yılı ilk çeyrek ekonomik büyüme rakamlarının beklentilerden iyi gelmesinin temel nedeni tüketim harcamaları idi. Ancak olumsuz bir beklenti içine giren tüketicilerin, harcamaları erteleme eğilimi artmış görünüyor. Bu da yılın geri kalanı için ihracat ve iç yatırım harcamalarının sabit kaldığı, Türkiye ekonomisi için zorlu ve huzursuz bir dönemi işaret ediyor. Yapılan bir araştırmaya göre, nüfusun %63,9’u son üç aylık ekonomik gidişattan memnun olmadığını ifade etmektedir. Dolayısı ile bu durağanlık, satışlar yüksek gibi görünse de, sektördeki fiyat artışından, önceki bağlantılarla ilişkilendirilebilir. Lakin uzun vadede fayda sağlamaz.

Döviz kurundaki dalgalanmaları dış etkilere mi, yoksa içerideki siyasi belirsizliğe mi bağlıyorsunuz, neden?

Döviz kurlarının yükselmesinin nedenlerini anlamak için döviz ve faiz piyasası verilerini incelediğimizde, iç ve dış pek çok ekonomik ve siyasi gelişmenin etkisi ile döviz kurlarında ve faiz oranlarında iniş ve çıkışların yaşanmakta olduğunu görmekteyiz. Son zamanlarda USD para biriminin değerlenmesinin sadece yerel bazda faiz oranları ile açıklamak, sebebini buna bağlamak da yetersiz olacaktır. ABD ekonomisinde büyüme, işsizlik ve enflasyon verileri çok iyi olmasına karşılık rakip rezerv para birimi olma iddiasındaki EURO bölgesinde işler hiç de iyi gitmiyor. ABD’nin para birimi olan USD’nin tüm para birimlerine karşı değer kazanmasında bu verilerin de etken olduğunu dikkatten kaçırmamak  gerek. Verileri değerlendirdiğimizde, genel olarak işlerin pek de iyi gitmediğini söyleyebiliriz. Bazı iç siyasi gelişmelerin yanı sıra, uluslararası düzeyde yaşanmakta olanlar da bu gelişmeleri etkilemektedir.

Döviz kurlarındaki dalgalanmaların sektörümüze ve özellikle firmanıza olumlu yâda olumsuz etkilerinden bahseder misiniz?

Döviz kurlarındaki dalgalanmanın, özellikle de USD birim fiyatlarındaki artış sektörümüzü direkt olarak etkilerini bugünlerdeki fiyat artışlarında görmekteyiz. Birçok firmada olduğu gibi firmamızda da fiyat artışları yaşanmaktadır. Türk Plastik Sanayicileri Araştırma, Geliştirme ve Eğitim Vakfı (PAGEV) verilerine göre;  önemli bir plastik hammadde ithalatçısı olan Türkiye’nin, ithalat miktarı her geçen yılda artmaktadır. Buradaki birim fiyat maliyetlerine USD etkisi kaçınılmazdır. Buna ilaveten hammadde girdisi açısından dışa bağımlılık ve yüksek enerji maliyetlerimizin de bu kur dalgalanmalarından etkilendiğini düşünürsek, önümüzdeki yolların ne kadar riskli olduğunu gözler önüne sermektedir. Buna karşın bir ekonomide döviz kurlarındaki yükselişin bazı sonuçları da mevcuttur. Döviz kurlarındaki yükseliş öncelikle ihracatı arttırır, ithalatı azaltır Bu ilk bakışta olumlu gibi görünse de Türkiye gibi katma değeri yüksek ürün üretemeyen ülkelerde pekte olumlu bir etki yaratmaz. Çünkü bizim gibi gelişmekte olan ülkeler ara mallarını kendileri üretemediği için dışarıdan ithal eder, bu da TL’nin değer kaybı nedeniyle, ithal edilen malların TL cinsinden fiyatları arttığı için üretim maliyetleri de artacaktır.

Döviz artışını azaltmak için sizce faizler arttırılmalı mıdır? Yoksa döviz ne olursa olsun, düşük faiz politikası sürdürülmeli midir? Neden?

Son dönemde başta Dolar olmak üzere Euro’ya karşı TL’nin değer kaybetmesi Türkiye ekonomisini ciddi bir şekilde etkilemektedir. Geleneksel nedenlerin bir araya gelmesiyle birlikte Türkiye’de meydana gelen temel problem döviz kurundaki ani yükseliştir. Döviz kurlarındaki yükselişin önlenmesi için akla gelen ilk çözüm ise faiz oranlarının arttırılmasıdır. Fakat dediğimiz gibi döviz kurundaki artışın önüne geçmek için akla gelen ilk çözüm faiz oranlarını arttırmaktır. Ancak tek çözüm bu değildir. Merkez bankası, döviz kurunu düşürmeye ve dolayısıyla TL’nin değerlenmesine yönelik farklı araçlar ve hatta bu araçların karışımını da kullanabilir. Nedir bu araçlar? Bu araçlar Rezerv Opsiyon Katsayısı (ROK), piyasaya doğrudan döviz satışıyla müdahale vb. şeklinde sıralanabilir ki MB’ de faiz artırımı yerine öncelikle bu araçları kullanmayı tercih etmiştir. TCMB’nin asıl amacı fiyat istikrarıdır. O halde MB gerektiğinde faiz aracını kullanmalıdır (ki bunu geçte olsa kullanmıştır). Buradan hareketle şunu söylemek mümkündür, günümüzde her ne kadar ‘merkez bankası bağımsızlığı’ söylemi esas alınsa da, görünen o ki ülkemizde merkez bankası bağımsızlığı prensibi pek geçerli değildir. Bunun nedeni ise, yukarıda belirttiğim gibi siyasal gücün sermaye sahibi ve yatırımcılara yönelik tavrındaki en büyük aracı faiz lobisi söylemidir. Dolayısıyla faize karşı bir cephe almıştır ve faizin arttırılmasını istememektedir. Bunu göz önünde bulundurduğumuzda MB başkanının faiz politikasını kullanmak istememesi çok tabidir. MB’nin faiz artırımına gitmemesinin başka nedenleri de olabilir. Bunları ise faiz artışının kamu ve özel kesime ek yük getirecek olması ve enflasyonu yükseltici etki yaratması şeklinde sayabiliriz.

Sektörümüzün günümüzdeki durumuna bakıldığında, sizce sektörümüz hâlâ yatırım yapılabilir bir sektör müdür?

Ülkemiz plastik endüstrisinde, çoğu küçük ve orta ölçekli olmak üzere 6 binden fazla işletme ile üretim yapılmakta ve 200 binden fazla kişiye istihdam sağlanmaktadır. Ayrıca sektörün her yıl 15.000 kişiye daha istihdam sağladığı tahmin edilmektedir. Son yıllarda ISO sı­ralamasında ilk 1000 firma içine giren büyük firmaların toplam üretim ve ihracattaki payları gerilerken, KOBİ firmalarının payları artış göstermektedir. Türk plastik sektöründe, PAGDER kayıtlarına göre çoğu küçük ve orta ölçekli firmalar olmak üzere 6.500 civarında üretici firma faaliyet göstermektedir.  Türk plastik sektörü 2014 yılında 8 milyon 234 bin ton ve 34,9 milyar dolarlık üretim değeri ile ekonomiye 14 milyar dolar katma değer sağlamış ve AB’de Almanya’dan sonra ikinci büyük proses kapasitesine erişmiştir. Sektör 250.000 kişilik direk istih­dam sağlamaktadır. Sektörde 2014 itibariyle 293 firmanın yabancı sermaye ortaklığı mevcuttur. Bu veriler göz önünde bulundurulduğunda, Kobi’ler de dâhil olmak üzere sektörümüzde(PVC doğrama) kapasite kullanımları hala %76 civarındadır. Yani iç piyasa inşaat sektörüne bağlı olarak doğru orantılı artarken, ihracat rakamlarından gelecek olan olumlu göstergelere istinaden, konjektörel olarak ülkemizin siyasi ve ekonomik yapısında atılacak istikrarlı adımlar ve destekleyici politikalarla sektör daha yukarılara taşınabilir. Buda ancak genç girişimcilerin desteklenmesi ve mevcut yatırımcıya sağlanacak desteklerle mümkündür. Evet, alınacak çok yol vardır diyebilirim.

Sektörümüzdeki mevcut üretim kapasiteleri ve kalitenin ekonomik politikalardan etkilenmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Plastik sektörü, özellikle 20. yy ilk çeyreğinden sonra, çok çeşitli dallarda, çok çeşitli amaçlarla kullanım alanı bulmuş olan ve bu alanı giderek genişletmeye devam eden bir sektör konumundadır. Günümüzde plastikler, pek çok doğal ürünün yerini almış ve insan hayatının vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir. Hemen tüm sektörlerin yan sektörü konumunda olan plastiğin en yaygın olarak kullanıldığı inşaat sanayi kolları ve ürünler aşağıda yer almaktadır;

İnşaat sanayi olarak ele aldığımızda; banyo-mutfak evyesi, profil (pencere, kapı, vb.) boru (içme suyu, pis su tesisatı-elektrik-spiral-kimyasal taşıma ve boru bağlantı parçalar), çatı kaplama malzemesi, dekoratif tavan kaplama malzemesi, elektrik aksamı, elyaf, hortum, levha, kablo-priz-ara parçalar, plastik lambri, profil, sifon ve yer karosu olarak göze çarpmaktadır. Bu durum göz önüne alındığında geçmişi ancak 1960’lara dayanan Türk plastik endüstrisi, oldukça gençtir ve şu anda dünya üzerinde hızlı büyüyen pazarlardan biri olarak dikkat çekmektedir. Türkiye plastik sanayii, sahip olduğu avantajlarla rekabet gücü yüksek bir bölgesel oyuncu niteliğine dönüşme fırsatına sahiptir. Mevcut ve planlanan doğal gaz ve ham petrol boru hattı projeleri ile bir enerji terminali olmayı hedefleyen Türkiye, bu projelerin hammadde yönünden sağlayacağı imkânlar ile büyük atılım kaydedecektir.

Ancak tüm sektörlerde olduğu gibi plastik sektörü de ülkemizin ekonomik koşullarının

ve performansının etkisinde kalmaktadır. Kaydedilen gelişme ile doğru orantılı olarak sektördeki kapasite kullanım oranları da artış göstermiştir. Plastik sektörünü bir bütün olarak değerlendirdiğimizde üretim, ihracat veya kapasite kullanımına ilişkin veriler sektördeki gerçek durumu tam olarak yansıtmadığı gibi kurulu kapasite de sağlıklı olarak bilinmemektedir. Halen, plastik sektöründe kapasite kullanım oranlarının alt grupları da içerecek şekilde tespitini sağlayacak bir uygulamaya geçilebilmiş değildir. Bunun nedeni sektörde yer alan kuruluşların tam bir envanterinin olmaması ve sektörde çok sayıda firma olmasıdır.

Sektörde faaliyet gösteren firma yetkililerinden edinilen bilgilerde ise, yaşanan ekonomik krizin etkisiyle kapasite kullanım oranlarının düşük seviyelerde kaldığı ifade edilmektedir. Kapasite kullanım oranlarının düşmesi ekonomik krizler dışında hammadde fiyatları ve hammadde temininde yaşanan sıkıntılar, sektöre yeterli fizibilite etütlerini yapmadan giren firmalar, arz-talep dengesizlikleri, enerji kullanımından kaynaklanan sorunlarımızda bulunmaktadır. Tüm bunlar kaliteli ve verimli ekonomik politikalarla desteklendiğinde mevcut üretim kapasiteleri hızlanan bir ivme alacaktır.

Son olarak okuyucularımıza iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?

Ülkemiz plastik sektöründe faaliyet gösteren birçok firmanın bugün dünya standartlarında gelişmiş teknoloji ile üretim ve ihracat yapmakta olduğu göz önüne alındığında, sektörün bundan sonra gerek ülkemiz imalat sanayi içinde kaydedeceği gelişme, gerekse uluslararası piyasalardaki rekabet şansının küçümsenmeyecek düzeyde olacağı söylenebilir. Diğer sektörlerde olduğu gibi, ülkemizde çok yaygın olmayan AR-GE çalışmalarına ağırlık verilmesi, yetişmiş insan kaynağının yoğrulması ve kazanılması ile plastik sektörünün gelişimi ve yatırımlarının yönlendirilmesi ile hepimizi daha mutlu günler beklemektedir.

TCMB’s Main Goal is the Price Stability

Cuneyt Ahmet said: “Such in the other sectors, developing our R&D studies will effect the growth of the plastic sector and will play an important role in directing the investments.”.

 

Translate »