Home Haberler Marmara Depreminin On Beşinci Yılında Yağmacı Politikalar Artarak Sürüyor!

17 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi sonucunda, ağır yıkım ve bilançonun faili olan, doğaya meydan okuyan, bilimsel, teknik bilgi ve kararları doğru olarak uygulamayan “Kentleşme Politikaları” etkisi artırılarak sürdürülmektedir.

Üzerinden on beş yıl geçen 1999 Marmara Depremi ve peşinden yaşanan 2011 Van Depreminin ardından, kentlerimiz afetlere karşı hazırlanmadığı gibi popülist söylem ve uygulamalar ile yeni ekonomik rant alanları oluşturmak, siyasi rantçılık yapılmak suretiyle kamu arsa ve binaları, orman, otlak, mera ve tarım arazileri, kıyılar, kısacası tüm kırsal ve kentsel alanlar yağmacı uygulamalara açık hale getirilmekte ve bu nedenlerle kentlerimiz afetlere karşı daha da güvensiz hale gelmektedir.

Ülkemiz sık aralıklarla büyük şiddette depremler yaşamakta olmasına rağmen bu konuda toplumsal ve yönetimsel hafıza oluşturulamamıştır. Geçtiğimiz Mayıs ayında meydana gelen Ege Depremi ise bizi yeni felaketler için uyarmıştır.

Bütün bu süreçte yaşanan acılara ve maddi kayıplara rağmen gerekli dersler çıkarılmamış, başlangıçta alınan kimi tedbirler dahi göz ardı edilmekte ve hatta yeni riskleri davet eden kararlarla bu uygulamalara hız verilmektedir. “Afet Riski Altındaki Alanların Düzenlenmesi Hakkında Kanun” ve torba kanunlar marifetiyle yapılan düzenlemeler buna tipik bir örnektir. Uygulamaya geçilen bu mevzuatlar çerçevesinde ne kentlerde ne de kırsal alanlarda bütüncül bir yaklaşımla afet riskini azaltacak, toplumsal uzlaşı sağlanmış ve gelecek nesillere “sağlam yapılar ve yaşanılır çevreler” bırakmayı hedefleyecek hiç bir gerçekçi proje üretilmemektedir.

İstanbul örneğinde olduğu gibi Afete Yönelik Acil Eylem Planı’na göre olası bir depremde kullanılması planlanan toplanma alanlarında; imar planlarında yapılan değişikliklerle iş merkezi, alışveriş merkezi, toplu konut ve stat inşa edilmesinde bir sakınca görülmemektedir.

“Gezi Parkı” ile simgeleşen toplumsal duyarlılık içersinde yer alan, kentlerin sağlıklı gelişimi için çaba gösteren Meslek Odaları ve diğer sivil toplum örgütlerinin üzerinde oluşturulan baskı ve yıldırma politikası da aslında afete dönüşmesi muhtemel uygulamaların üstünü örtmek, kamuoyunun bilgilenmesini engelleme çabaları olarak ortaya çıkmaktadır.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ve bu bakanlığa bağlı TOKİ tarafından yürütülen hem afet risk altındaki yapıları ilgilendiren hem de kentsel dönüşüm amaçlı proje ve uygulamalar, şehircilik ilkelerine, toplumsal mutabakata, bilimsel ve teknik bilgi ve uygulamalara uymadığı gibi, kapalı kapılar ardında alınan bir takım kararlar ile kamu yararına aykırı uygulamalrın önü açılmaya çalışılmaktadır.

Bu uygulamalar ile yeşil alanlar yok edilmekte; kentsel alanlarda en çok ihtiyaç duyulan kamusal alan ve parklar talan edilmeye çalışılmaktadır. Ve hatta deprem sırasında yurttaşların toplanma yerleri olarak belirlenen yeşil ve boş alanlar yapılaşmaya açılmak suretiyle yok edilmektedir. Son yıllardaki uygulama ve ilan edilen projeler doğrudan doğal yaşamı, kaynakları ve kentsel süreklilik yaklaşımını hiçe sayan gelişmelere işaret etmektedir.

Ancak bu gelişmelerin işaret ettiği daha vahim durumlar ise uygulanan veya uygulanması düşünülen projolerin hem doğal yaşamı hem de ekolojik dengeyi bütünüyle bozacak olması yanında çeşitli afet risklerini de arttıracak boyutta olmasıdır. Biyolojik çeşitliliğin tehdit altında olması, yeşil alanların yok edilmesi sadece doğal yaşam alanlarını tahrip etmekle kalmayacak artık dünya için çok açık bir tehdit olan küresel iklim değişikliği karşısında ülkemizi de savunmasız bırakacaktır. . Bu felaketin etkilerini azaltmada en önemli aracımız olacak doğal alanların kontrolsüz ve bilinçsiz şekilde tüketmesi gelecek endişelerinin en üst düzeye çıkmasına neden olmaktadır.

Gelinen aşamada güvenli ve sağlıklı yapılaşmanın güvencesi olan “kamu denetiminin” ortadan kaldırıldığı, iktidarın “kentsel dönüşüm” adında sınırsız “yağma özgürlüğü” yetkisi kullandığı, yerel yönetimlerin iktidarın emrinde olduğu veya tamamen devre dışı bırakıldığı, toplum katılımının yok sayıldığı koşullarda; “güvenli ve sağlıklı kentleşme” için “toplumsal duyarlılık” en önemli güvence haline gelmiştir.

Afetler ve kriz durumlarında başarılı iyileşme süreçleri, müdahalede yer alan tüm aktörlerin koordinasyonu ve işbirliği ile mümkündür. Afet ve afet sonrası süreçlerin yönetimi hakkında merkezi-yerel yönetimlerce geliştirilecek politikaların bilim insanlarını, meslek odalarını, akademik kuruluşları ve ilgili tüm kesimleri dikkate alarak oluşturulması zorunludur.

Mimarlar Odası olarak, bütün duyarlı toplum kesimlerini, her aşaması ile hem doğal yaşamı tehdit eden hem de afet risklerini arttıran İktidarın “rant ve talan” kararlarına karşı bilinçli, demokratik ve duyarlı tepkilerini ortaya koymaya çağırıyoruz ve doğal afetlerin büyük tahribata ve insan kayıplarına yol açmasının temelinde yer alan, mimarlık ve şehircilik ilkelerine aykırı gerçekleştirilen planlama ve yapılaşma gerçeği karşısında mücadelemizi sürdüreceğimizi; bu konudaki deneyim, birikim ve bilgilerimizi kentsel dönüşüm baskısı altındaki kentlerimiz için toplum yararına kullanacağımızı bir kez daha vurguluyoruz.

Değerli kamuoyumuza saygı ile duyurulur…

TMMOB Mimarlar Odası

Translate »